9 Aralık 2013 Pazartesi

Gerçeklik

Gerçeklik nedir? Evet, bu soruyu nedensizce hep kendime sorup duruyorum çünkü yerimde duramayan bir deliyim aklımın bir köşesinde sürekli beynimi kemiriyor beni rahatsız ediyor. Her şeyi oluruna bırakıp yaşamaktansa sürekli sorgulayarak yaşamayı tercih ettim. Varoluşunu sorgulamak insanın en büyük hakkıdır. Bu öyle bir düşünce ki insan zihninde bir virüs gibi yayılıyor. Kitap okumaya üşendiğim için bu eksikliği sık sık film izleyerek kapatmaya çalışıyorum. Gerçekliğe olan merakım ve ilgimde Matrix filminin bir aksiyon filminden daha fazlasını olduğunu anladığım zaman başladı. Hawking'in kitaplarındaki gerçeklik yorumlarını okudum ardından tamamen bağımsız bir düşünce olan Hipergerçekliği tanıdım. Dark City filmi de bunları destekledi. İnsanların başına ne gelirse hep meraktan gelir derlerdi de inanmazdım ama gerçeklik konusunda biraz daha derinlere inince içinden çıkılmaz bir akvaryuma dönüşüyor ve delirmemek elde değil. Bir kaç yıl içinde beni aldı ve başka bir insan yaptı bu "Gerçeklik" terimi. Hayata bakış açımı, insanlarla olan iletişimim den yolda yürüyüşüme kadar değiştim. En büyük değişiklik tabi ki de insanın kendi içinde oluyor. Bu iç değişiklikler hepimizde oluyor elbet ama tam olarak dışa yansıtamıyor insan, ayrıştırılmaktan ve dışlanmaktan korkuyorsunuz. Bunu engellemek için yaratıcı bize, surat yada yüz her ne derseniz deyin bir maske vermiş. İnsanın aslı, düşünceleridir. Mimiklerimiz den okunanlar, ağzımızdan çıkan kelimeler veya gülümsemeniz yada surat asmalarınız bu maskenin süzgecinden geçer. Maske kontroldür, düzendir. Artık dışa yansıyandan çok daha güçlü kimseciklerin bilmediği bir ikinci yüzüm var ve orada bilinçaltımla baş başayım.



Bizim harikalar diyarı dünyamızın da bir gerçekliği var mıdır? Sistem eleştirisine geçmeden önce durumu biraz anlatmaya çalışmalıyım o yüzden şöyle bir örnek verelim. Günümüz insanlarının büyük kısmı toplum endeksli yaşadığı için çoğumuz aynı şeye inanıyor ve bunda hepimiz hem fikir durumdayız. Güneşin doğudan doğup batıdan batması çoğunluğun doğru bildiği bir gerçekliktir. Bunu inkar eden insanlara deli gözüyle bakarlar, hatta hiç bakmazlar bile. Bu durum tam da dört yüz yıl önce Galileo'nun yaptığı gibi çoğunluğun doğru bildiği gerçeği inkar etmekti ki bunu yaparken az kalsın canından oluyordu. Bugün biliyoruz ki Galileo deli değil haklıydı. Ama durum günümüzde çok da farklı değil. Hala farklı düşünen insanları asmasakta (istisnalar hariç) onları ötekileştiriyoruz. Yani merak etmeyin cahilliğimizden hiçbir şey kaybetmedik. Özet geçmek gerekirse "Gerçeklik" değişkendir ve beyinden beyine göre değişir. Sizin nasıl algıladığınıza bağlı. Ama söylemem gereken bir sır var ki ben kendi algılarıma güvenmiyorum. Daha doğrusu kendi beynime güvenmiyorum. Inception filminde de söylendiği gibi "Rüyadan uyanamasaydık rüya gördüğümüzü nasıl anlardık" gibi bir şey bu. Hangimiz anne karnında olduğunu ya da doğduğu ilk günü hatırlıyor? Ben cevabını vereyim, hiç birimiz. Ben hep mantıklı bir insan olmaya çalıştım ve şu bir gerçek ki şuan rüyada olup olmadığını bana kanıtlayamazsın.Ya kontrol edebildiğin bir rüyada isen? Ya da şuan bir simülasyonun içinde olmadığın ne malum? Hadi bunu bana kanıtla, kanıtlayamazsın. Belkide şuan birileri tarafından bilinçli olarak rüya görmen sağlanıyor. Olasılıklar çok ama kanıt yok. Sonuçta dokunduğumuz, tattığımız, kokladığımız, duyduğumuz ve gördüğümüz yani bize his veren şeylerin beyin süzgecinden geçtiğini biliyorsun. İşte şüphe bu noktada başlıyor. Beynim bana yalan söylüyor olabilir mi diye soruyor insan. Matrix filminde bu konu en basitinden; uzaylılar insan bedenlerinden oluşturdukları tarlalarda kendilerine enerji sağlıyorlar ve sözde vücudumuzun enerji üretebilmesi için beynin uyanık olması gerekiyor bu yüzdende insanlar Matrix adı verilen simülasyon dünyasına salıveriliyor. Tamam belki bu kadarı biraz abartı olabilir ama gerçeklik payı her zaman var.


Fazla bulanıklaştığını biliyorum o yüzden biraz daha sadeleştirerek hipergerçeklik yani yazımın sistem eleştirisi bölümüne geçiyorum. Hipergerçeklik şuan içinde bulunduğumuz durumun tam açıklamasıdır. Öncelikle kendinize sorun biz bu hale nasıl geldik diye. Bu devirde büyük kitleleri kontrol etmenin yolu artık medyadan geçiyor. Reklam ve Hollywood etkisiyle. Disneyland sağolsun daha yeni doğmuşken başlıyor beyin yıkama işlemlerine. Küçük çocuklar artık cinselliği ilk olarak Disneyland da tanıyor ve değişmez bir gerçek var ki o da satış aksiyomların dan en büyük olanı "seks satar" dır.  Akıllarımızı bir düşünce çöplüğü haline getirip bizleri hayal ve düş makinesi haline getiriyor,  Amerikan rüyası doğuyor. Hipergerçeklik bir uygarlığı zehirlemenin bu aralar en kolay yolu ve bunu büyük insanlar (ekonomiye ve siyasete yön veren kişiler) çok iyi kullanıyor. Artık gençlerin tek hedefi iyi bir üniversite kazanmak olmuş. İyi bir üniversite kazanmak elbet kötü değil ama bundan ilerisi de var. Hayat sadece iyi bir üniversiteden ibaret değil ya da dünya Amerikan'dan ibaret değil. İyi bir iş, güzel bir eş ve pahalı bir araba; hayalindeki hayat buysa boşa yaşıyorsun. Zaman içinde kurduğumuz hayallerin bizi sistem kölesi haline getirmeye yönelik olduğunu anlayacaksınız. Markete bisikletle gideceğinize kapitalizm sizi dürtüyor ve arabayla git diyor. Kötü sanayileşme yüzünden belkide temiz havayla bu kadar içli dışlı olacağımız son yirmi yılın içerisindeyken ve oksijen hala ücretsizken gidip içinize biraz daha çekmenizi öneriyorum. İnsanlar yolda koşmak bedava iken kapalı alanda koşu bandında koşmak için para veriyor. Delilik değilde nedir bu biri bana açıklasın. Tuşlu telefonun varken son moda dokunmatik telefonları niye aldığını bilmek ister misin? Çünkü sen bu dünyada tezek üretmekten başka bir işe yaramayan kahrolası değersiz tüketim bağımlısısın. Konu telefonlara gelmişken akıllı telefonlar ile hayatımıza giren sosyal medya artık internet kullanmak için tek nedenimiz oluverdi. Bir Twitter bağımlısı gününün 4 saatini tweet atarak harcayabiliyor normal insanlarda bu süre 1.5 saat ve sürekli yükseliyor. Bu sosyal medya o kadar büyük ki insanlar buradan örgütlenip hükümetleri sarsabiliyorlar (Arap Baharı ve Mısır). Öyle bir egoya ulaştık ki takipçi almak için sıraya giriyoruz. Kendin hakkında bilmediğin bir şey var. Düzeltemeyeceğin kadar, inkar edeceğin bir şey. Geç olana kadar inkar edeceğin bir şey. İnsanların senin ne kadar iyi, çekici, cömert, komik, çılgın ve akıllı olduğunu bilmesini istersin. Benden kork ya da bana saygı duy. Ama lütfen benim özel olduğumu düşün. Aynı bağımlılığı paylaşıyoruz. Beğenilme müptelasıyız. Hepimiz sırtımızın sıvazlanmasını, altın saati, alkışları isteriz. Bak rozetli zeki çocuğa nasılda parlatıyor ödülünü. Hep parla deli pırlanta çünkü takım elbiselere sarılmış maymunlarız biz. Beğenilmek için yanıp tutuşan. Bunu bilseydik, bunu yapmazdık. Birileri bizden gerçekleri saklıyor.


Reklamların da bizim hipergerçekliğimizi oluşturmada yadsınamaz bir etkisi vardır. Tüketmeyi emrederler ama siz bu emredilişi anlayamazsınız. Reklamlar sizin yerinize düşünür.


Yukarıdaki reklam örneğinde bulunan ailenin ne kadarda mutlu olduğunu görüyorsunuz değil mi. Sanki hayat hep böyle neşe doluymuş gibi dünya üzerinde hiçbir sorun yokmuş gibi. Defalarca kullanılan kızartma yağlarının sizi kanser edip hamburgerlerde bulunan yüksek yağ oranının obeziteye yol açması ve her beş saniyede, bir çocuğun açlık yüzünden ölmesi gibi sorunlar olmadığı tozpembe bir dünya hayal edemiyorum. Olmuyor işte düşünüyorum ama olmuyor.

Gelelim sonuç kısmına; artık zaman daha çok soru sorma zamanı. Düşünmek insanı delirtebilir ama en azından bir köle olarak değilde, olan bitenin farkında olan bir deli olarak ölmeyi tercih ederim.

Bu blogger da yazdığım henüz ikinci yazım. Konu bütünlüğünü sağlama konusunda hala sıkıntılarım olsa da kendimi geliştirmeye, yazılarımı daha okunur ve akıcı kılmaya çalışıyorum. Okuduğun için teşekkür ederim.